"Aşk denizini
dopdolu bir hâle getirip
insanı dalgıç gibi o denize salarak
hem hâl gevheri hem söz
incisi veren
"Sübhânallâhi
hüve’l-aliyyü’l-müteâl"
Sevgilim!
Her gün seninle yeniden doğmak…
Ayrılığın acısı dayanamaz hale
gelince, meyhanenin yolunu tutmak ve oraya sığınmak ona sığmak, Günü bitirip
yalnızlığımda aşkının kadehiyle sızarken, gece hayalinin çılgınlık mumuna
pervane olup yanmak…deli divane olup ah etmek...
Seni seviyorum, seni özlüyorum, seni arzu ediyorum.
Sözlerime kızma. Bunlar aşk ve sevgi nağmelerini üfleyen
neyin fısıltılarıdır. Dış yüzlerine bakıp, bunlara şehvet ve arzu bulaşmış sanma. Günah benim defterimde
yazılmıyor ki. Bilmelisin deli divaneden kalem düşmüştür
Baştan başa narin teni güzel kokulu siyah incim, beni bir öptün bütün varlığım misk hâline döndü…bütün güzeller o kokuyu duymuşlar arıyorlar sürünmek için. El değmemiş kalbime gel seni elini sür. Senden bana miras kokuna sende hayran kalırsın.
Sırlarının örtüsünü benden
kaldığından günden beri harap haldeyim. Şimdi daha çok istiyorum seni.
Ben senin hastanım, ebedî hayatı cenneti ne yapayım...
Cennet sensin...
Günahkar gönlüm senin arzunla, ateşler
içinde durmayı, sağlık ve afiyet içinde olana cennete tercih ediyor. Seni bulmuşken ben başka güzellikleri ne yapayım?
Ben seni gördüm, kendimi
kaybettim, dünyayı daha görmez oldum. Seni gören dünyayı ne yapsın, aklı ve itibarı ne yapsın ki?
Ay yüzlüm!
Aşk sevdası yine başıma vurdu vuralı, kalbime velveleler verdin. Gözlerimin yaşı seller gibi akıyor. Kendimi de su üzerinde değirmen gibi döner gibi hissediyorum. Arada bir o gül yanaklı yüzünün hayalini bana göndermesen, bağrım kebap olur.
Aşkının elinde tutsak olan biri için bu şaşılmaz durum değil. Gerçi zorlu bir belâya düştüm ama, senin için olunca
gülistan oldu tüm alem bana.
Kendime teselli veriyorum. O benimdir, o benimdir, diye.
Ey biçare gönlüm!
Aşkın derdi ile ahlar çek…hasta
bir hal ile edilen ahları Tanrı kabul eder. Son nefesinde, tevhid sözü olmayacak
diye korkma, Tanrı huzuruna yanık ahlarla var. Nasıl olsa aşıklara merhamet eder Yüce
Tanrı değil mi…
Bende senin hayırlara maden olan adını anacağım.
Ben sana hep diyorum, tanrım kadar çok güzelsin ama sen neden hala anlamakta zorlanıyorsun? Bu nasıl sözler deyip durmaktasın.
Gözümün kanlı yaşı, ile bir bahçe
suladım. O bahçemde bastığın eşiğin topraklarından bir tutam almıştım. Şimdi orada yetişen güllerin bir benzerini göremedim.
Yine de senin olmadığın zamanlar o bahçemin nazenin goncaları gözüme diken gibi
görünüyor...şaşırmıyorum. Olması gerekende o.
Bu aşkınla can vereceğim kesin, tek
arzum gül yanağına bakmak, uykusuzluktan acıyan ve kumlar döken gözlerimin donakalması ve mahşere kadar yüzüne bakmış olarak ölmek istiyorum.
Ey sevgilim!
Yalvarırım, ben gördüm eller görmesin. O eşsiz güzel saçlarını, ceylan gözlerini, başkalarına artık gösterme. O ay parçası yüzünün güzelliğine bir ayna tutup bir baksan, parlak güneşin nuru sönük kalır. Sen dahi, yoksa güneş mi benden ziyasını alıyor dersin. O beni kalbimden vuran baygın gözlerine nazar, o dalgalanan saçlarına nazar değeceğinden korkarım.
Kulun olarak ne çok isteklerim var. Yine de söylemeliyim. Seni kimse ile paylaşmak
istemiyorum.
Güzelliğini bir benim için açtığını göreyim…
Olmaz dersen, benim canımı alda, bende herkese kapandı diye avunurum. Kör görmediğinden herkes de görmüyor der.
Alcanımın ne
çok derdi var aslında bir bilsen…ölüm neden daha güzel gelmesin. Ah
demek kar bile etmiyor…bir bilsen.
Ah bir bilsen.
…
* Dîbâce:"Sevgilinin
yüzü" mânâsına gelen "dıbâh" kelimesinin muarrebi olan ve
"dallı çiçekli bir cins ipek kumaş mânâsına kullanılan "dîbâc” veya
"deybâc" kelimesinden geldiği de ileri sürülmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder