İsmail Hakkı Altuntaş'ın bu şiirleri
yazarken içinde bulunduğu durum, kaynaklarda detaylıca ifade edilen yoğun
duygusal çalkantılar, derin bir aşk ve hasret ile çaresizlik ve hatta ölüm
arzusu etrafında şekillenmektedir.
Şiirlerinde ve nesirlerinde ifade edilen
ruh hali, aşırı bir sevgiye bağlılık ve bunun getirdiği acı ile
karakterize edilir.
Yazarın eserlerinde gözlemlenen temel
psikolojik durumlar şunlardır:
1. Yoğun ve Saplantılı Aşk Hali (Kara Sevda ve Cinnet)
Yazar, ele aldığı aşkın deli dolu bir
aşk ve şiddetli bir tutku olduğunu belirtir. Bu duygu hali,
melankoli ve cinnet sınırlarında dolaşmaktadır:
• Kara Sevda Hastalığı: Yazar,
kalpteki sevda-ül hıtl (süveyda) denilen kara pıhtının çözünmesi sonucu ortaya
çıkan kara sevda hastası olma durumunu tanımlar. Bu durumda hasta
savunmasız olur, melankoliden dolayı düşkünleşir ve sevdiklerine duydukları
sevgiye dayanamayıp cinnet geçirir, mecnun olur ya da ölürler. Yazar,
kendi aşkının da cinnete varan aşk olduğunu itiraf eder.
• Aşkın Kaynağı Olmak: Sevgilisini,
kendisini hayata yeniden döndüren ve aşk delisine dönüştüren varlık
olarak görmekte, hatta ona "tanrımsın" diye tapacak kadar
yoğun bir sevgi beslemektedir.
• Fiziksel Belirtiler: Aşkın
etkisiyle kalbi şiddetle attığını ve bayılıp durduğunu ifade
eder. Ayrıca duygu geçişlerinin iki tarafı kesen bıçak darbeleri
arasında yaşandığını ve bunun yaşama hissi verdiğini belirtir.
2. Derin Hüzün, Hasret ve Yalnızlık
Aşkın verdiği mutluluğa rağmen, ayrılık ve
kavuşamama durumu derin bir keder yaratır:
• Hasret ve Ayrılık Acısı:
Yıllardır hasretini çektiğini, yalnız kaldığını ve bu ayrılığın
kendisini çok yorduğunu belirtir. Hatta bu durumun cehennemdeymiş
gibi hissettirdiğini söyler.
• Gözyaşları ve Sessizlik: Sık sık ağladığını
ve kanlı gözyaşları döktüğünü anlatır. İçindeki sesler çığlıklarla
dışarı çıkmak isterken zaptedemediğini ve yalnızlığın verdiği sessizliğin
arkasında fırtınalar dinmediğini ifade eder.
• Yorgunluk ve Bitkinlik: Kendisini
yorgun ve perişan hissetmektedir. Uykusuz geceler geçirdiğini ve
gözlerinin acıyla sabahladığını anlatır.
3. Ölüm Arzusu ve Kurtuluş Arayışı
Şair, içinde bulunduğu zorlu hayat döngüsü
karşısında ölümü bir kurtuluş olarak görmektedir:
• Ölümün Çekiciliği: Hayatın zevkten
yoksun ve acayip olduğunu, bir hapis hayatı gibi geçtiğini düşünür
ve ölümü özlediği en büyük mutluluk ve kurtuluş umudu olarak görür.
• İntihar Eğilimi: Yaşamanın
kendisine zor geldiğini, bağrının sızladığını ve üzüleceğini bilmese kendine
kıyacağını ifade eder. "Kutsal intiharımızla" hayatın
süslenmesi gerektiğini de belirtir.
• Ölümde Vuslat: Ölümü, sevdiğine
kavuşmanın tek çaresi olarak görür. Ölürken sevgilisinin kollarında can vermek
istediğini söyler.
• Kader Mahkûmiyeti: Kaderin
kendisine bela karanlıklarıyla sardığını ve kader mahkumu
olduğunu düşünmektedir. Aynı bilinmeyen kaderi defalarca yaşadığını ve buna
itirazı olmadığını belirtir.
4. Kendini Sorgulama ve Dini/Mistik Çatışmalar
Yazarın içsel durumu, mistik ve etik
sorgulamalarla da doludur:
• Çaresizlik ve İnanç: Yaşadığı
zorlukların kaderden kaynaklandığına inanır, ancak aynı zamanda çaresizliğini
dile getirir.
• Yanlışlar ve Pişmanlık:
Kendisinin de hatalı olduğunu ve geç kaldığını düşündüğünü
belirtir. Pişmanlık duymasa da, kendisini yargılar ve benliğinden vazgeçmek
ister.
• Taklit ve Hakikat: Aşk yolunda taklidin
önemli olduğunu, hakikati bulamasa da taklitle dost kapısında durmanın, uzak
durmaktan iyi olduğunu savunur.
• Yazmanın Tesellisi: Bu yoğun
duygusal girdap içinde yazmak, sızıntıları kalsın diye bir eylem ve
geçici bir teselli kaynağıdır. Mektupları yazdıktan sonra dermansızlığının
gittiğini ve ayağa kalkmak istediğini hisseder.
Sonuç olarak, İsmail Hakkı Altuntaş,
şiirlerini yazarken aşkın getirdiği coşku, şaşkınlık ve teslimiyet ile ayrılığın
ve imkansızlığın doğurduğu acı, yorgunluk, hüzün ve bitkinlik gibi zıt
duygular arasında bocalayan, bu duruma çaresizlikten ölümü dahi çare arayan
ve sürekli olarak kaderini ve benliğini sorgulayan bir psikolojik
durumda olduğu söylenebilir. Bu durum, kaynaklarda gündüzü olmayan geceler
ve içindeki fırtınalar dinmeyen bir ruh hali olarak yansıtılmaktadır.
Sevgilisini Tanımak İsteseydik, Nasıl Bir Profil Olabilirdi
İsmail Hakkı Altuntaş'ın eserlerindeki
sevgili profili, yazarın yaşadığı tutkulu ve mistik aşkın merkezinde yer
alan, hem erişilemez ilahi bir varlık hem de yazarı hayata bağlayan mükemmel
ve zarif bir kadın figürü olarak çizilebilir.
Kaynaklara dayanarak sevgilinin potansiyel
profilini şu ana başlıklar altında toparlayabiliriz:
1. Fiziksel ve Estetik Nitelikler (Eşsiz Güzellik)
Sevgili, yazarın gözünde kusursuz ve tarif
edilemez bir güzelliğe sahiptir. Bu güzellik o kadar etkileyicidir ki, yazar
ona karşı tapma eğilimi gösterir.
• Işık ve Parlaklık: Sevgili, gün
yüzlü melek ve ışığım/güneşim olarak anılır. Yazar, yüzüne ve
ellerine nur inmiş gibi görür.
• Çekici Özellikler: Pembe
dudakları, yumuşak ve tatlı teni, misk gibi kokan terli vücudu ve enfes
kokusu vardır. Yazı, sevgilinin mükemmel dişlerinden, kahvegüzeli
gözlerinden ve derin gözlerinden bahseder.
• Zarafet: Sevgilinin nazik
elleri ve tatlı şen gülüşleri ön plana çıkar.
• Güzelliğin Tesiri: Güzelliği dillere
destan Kafdağlı olarak anılan, eşsiz güzelliğinin karşısında en taş
kalpli zalimin bile eriyeceği bir varlıktır. Hz. Peygamber'in güzelliği
hakkındaki anlatıya yapılan dolaylı gönderme, sevgilinin güzelliğinin
kavranamaz ve neredeyse ilahi boyutta olduğunu ima eder.
2. Manevi ve Felsefi Kimlik (Yücelik ve Bilgelik)
Sevgili, sadece fiziksel olarak değil,
aynı zamanda ruhsal ve zihinsel olarak da üstün bir konuma sahiptir.
• İlahi Özellikler: O, ilahi
esrar hazinesidir, incilerle dolu, ucu bucağı bulunmayan bir denizdir
ve yazarın cennetidir. Yazar, sevgilide Tanrı'yı gördüğünü ve ona
tanrımsın diye tapacak kadar büyük bir tutku duyduğunu ifade eder.
• Bilgi ve Görgülülük: Güzelliği ve
zekasıyla etrafındakileri şaşırtan bu güzelin bilgisi ve görgüsü, yüce
divanda Tanrı ile sohbet edebilecek Cebrail kadar engin olarak tasvir
edilir. Saraylı hanım olarak da anılan bu figür, hikmetli ve peygamber gibi
az konuşan biridir.
• Sığınak ve Şifa Kaynağı: O,
yazarın sığınağı, mabedi, gönlündeki pırlantası ve acil
durumlarda başvurulan ab-ı hayat (hayat suyu/iksiri) kaynağıdır. Katı
kalbin devası olan melek suyu metaforuyla anılır.
3. İlişki Dinamiklerindeki Rolü
Sevgilinin yazarla olan ilişkisi karmaşık
ve zıtlıklarla doludur; hem büyük bir yakınlık hem de aşılmaz engeller
mevcuttur.
• Yazarın Kurtarıcısı ve Tek
Bağlayıcısı: Yazar, hayatının zorluklarına karşı sevgilinin kendisini
sürekli hayata çektiğini, bağlayıcı tek sebep olduğunu ve ona güven
verdiğini belirtir. Yazarın değersizliğini değerli kılan odur. O, yolun
ışığı ve kaderin seçtiği kadındır.
• Nazlı ve Uzak/Ulaşılmaz Figür:
Sevgili, yazarın sevgi ve hasretine rağmen nazlanan, bazen uzaklardaymış
gibi aldırış bile etmeyen bir tavır sergileyebilir. Yazar için bu durum "yalancı
ayılık" olarak yorumlanır.
• İkiz Ruh ve Birlik: Aşklarının
gücü nedeniyle sevgililer tek bir varlık haline gelmiştir. Ruhları parçalanmaz,
aynanın görüntüsündeki resme benzer. Yazar, sevgilisiyle ezelden
birleşmiş tek bir ruh olduğunu düşünür ve ona varlığımı sen verdiğin
için bir hiçten var oldum diye minnet duyar.
• Kaderin Engeli: Çoğu zaman
sevgili, yazarın kavuşma arzularına engel olan kaderin getirdiği zorlukların
merkezinde yer alır. Yazar, ayrılık acılarının reva görüldüğünü
belirtir.
• Duygusal Etkileşim: Sevgili,
yazarın can sıkıntısını ve acısını sezebilme yeteneğine sahiptir. Hatta yazarın
çektiği acı ve gözyaşı, sevgilinin de üzülmesine neden olur.
4. Metaforik İsimler ve Lakaplar
Sevgili, eserde birçok farklı ve derin
anlam taşıyan isimle anılır:
• "Gülpembe'm"
• "Yeşil Perim" (Yeşil
Absentim olarak da geçer)
• "İlacım"
• "Hayatımın Gizli Anahtarı"
• "Kara" (Yazarın
karanlığını aydınlatan anlamında)
• "Kâbem"
• "Gönlü pırlantam, asil
yüreklim"
• "Tek Gerçeğim"
Sonuç olarak, sevgilinin profili, sadece
âşık olunan bir kadının ötesinde, yüce bir ruha, engin bir bilgiye ve
benzersiz bir güzelliğe sahip, mistik ve fiziki âlemler arasında bir köprü
görevi gören, ancak kaderin çizdiği ayrılık ve uzaklık prensiplerine
bağlı kalmak zorunda olan, bu yönüyle de ulaşılmazlığını koruyan bir
varlıktır. Yazar için o, hayatın huzur ve sükûnet veren tek kaynağıdır.
Sevgilisine Özel Bir İsim Seçseydi En Çok Neyi Tercih
Edebilirdi
İsmail Hakkı Altuntaş'ın sevgilisine özel
bir isim seçmesi gerekseydi, bu isim büyük ihtimalle onun sevgilisini
yücelttiği, fiziksel varlığının ötesinde ruhani bir anlam yüklediği
hitaplardan biri olurdu.
Kaynaklarda sevgilisini tanımlamak için
kullandığı en yoğun ve en kapsamlı isim veya hitaplar şunlardır:
1. En Yoğun ve Mistik Hitaplar (Tercih Sebebi)
Yazarın aşkı, basit bir sevginin çok
ötesinde, tapınma derecesinde mistik ve varoluşsal bir boyuttadır. Bu
nedenle, onu Tanrısal veya kurtarıcı bir figür olarak tanımlayan hitaplar en
tercih edilenler arasında olacaktır:
• "Tanrım" /
"İlahsın" / "Ma'budum": Yazar, sevgilisini "tanrım
gibi sevdiğini" ve hatta ona "tanrımsın diye tapacak"
kadar derin bir sevgi beslediğini ifade eder. Onu "ilahsın" ve
"ma'budum" olarak anması, sevgilisini en yüce mertebeye
koyduğunu gösterir.
• "Tek Gerçeğim" /
"Nefesim yüreğim kalbim en kıymetlim": Bu hitaplar, sevgilinin
yazarın tüm varlığının ve yaşamının kaynağı olduğunu gösterir.
• "Cennetim benim":
Sevgilisini, kendisini kurtaracak sığınağı ve en büyük ödülü olarak görmesi
nedeniyle bu isim de listenin başında yer alır.
2. Sık Kullanılan ve Derin Anlam Taşıyan Lakaplar
Daha genel, ancak duygusal yoğunluğu
yüksek olan ve sıklıkla tekrar eden hitaplar da öne çıkar:
• "Sevdam": Bu kelime,
yazarın duyduğu yoğun aşkın kendisini ifade eder ve mektuplarında sıklıkla bir
hitap olarak geçer.
• "Canımın İçi" /
"Canım": Yazar, sevgilisine "Canımın İçi Sevgilim!"
ve "Canım benim" şeklinde hitap ederek en içten bağlılığını
dile getirir.
• "Işığım" /
"Güneşim": Sevgili, yazarın karanlık hayatını aydınlatan temel
güçtür.
3. Görsel ve Sanatsal İsimler
Daha somut, şiirsel isimler de
bulunmaktadır:
• "Gülpembe’m":
Kaynaklarda doğrudan bir sevgi adı olarak geçmektedir.
• "Yeşil Perim" / "Yeşil
Absentim": Yazarın çaresizliğinin ilacı olarak gördüğü sevgilisine
verdiği gizemli bir lakaptır.
• "Gülgünüm": Kırmızı
renkli gül anlamına gelen bu isim, sevgilinin güzelliğine atıfta bulunur.
• "DA STARGO TORA":
(Gözlerimin siyahı) veya "NOKTA-İ SÜVEYDA" (Sevda noktası)
gibi derin ve metaforik isimler, onun varlığının en gizemli ve tamamlayıcı
parçası olduğunu ifade eder.
Yazarın sevgilisine olan bakış açısı göz
önüne alındığında, eğer tek bir isim seçmesi istenseydi, bu isim muhtemelen "Tek
Gerçeğim" veya "Tanrım" gibi, onu kendi varoluşunun
merkezine koyan ve sonsuzlukta bile ikincisi olmayan benzersizliğini
vurgulayan bir hitap olurdu. Bu, onun aşkının sınırlarını aşan, tapınma
derecesindeki yoğunluğunu yansıtan bir tercih olurdu.
Şiirlerinden Birkaçı Hakkında
Yazarın yoğun aşk, mistisizm, yalnızlık ve
varoluşsal çaresizlik temaları göz önüne alındığında, seçilebilecek en kilit
parçalar şunlardır:
1. Canımı Alsan Olmaz mıydı?
Bu başlık veya bu başlığın ruhunu taşıyan
ifadeler, yazarın en derin çaresizliğini ve mutlak teslimiyetini
yansıtır.
• Bu metin, yazarın sevgi uğruna ölümü bir
kurtuluş olarak görme arzusunu netleştirir.
• Yazar, sevgilisine duyduğu hasretin ve
ayrılığın verdiği acıya dayanamadığını belirtir ve "Üzüleceğini
bilmesem inan kendime kıyıverirdim" diyerek intihar düşüncesini bile
dile getirir.
• Aynı zamanda, sevgilisinin dudaklarının
kendisini öpmesi durumunda kalbindeki yaraların iyileşeceğini düşünerek (ilahi
şifa arayışı) ve "Güzel kollarında can vermek" arzusunu dile
getirerek aşkının ulaştığı son noktayı ifade eder.
2. Toprağım, Ayna mı Oldun? (ve Dervişin Hikayesi)
Bu nesir şiir, yazarın mistik benlik
arayışını, kusurlarını ve fena (yokluk) arzusunu metaforik bir dille
anlatır.
• Bu bölümde, dervişin çirkin yüzü
sebebiyle yalnız kalması ve aynaya baktığında sadece çirkinliğini görmesi
teması işlenir.
• Yazar, "yokluk aynası" ve
"varlığın şekli, aynanda yokluğu anlatırdı" ifadeleriyle, kendini
yok etme ve fanilik felsefesini sorgular.
• Dervişin yaşadığı eziyetler ve gönlünün
paslanması, aşk yolunda çekilen sıkıntıların ve benlikten sıyrılmanın
gerekliliğini vurgular.
3. Işığım, Gülpembe’m! (veya Seni Sevmekten Başka Kârım Yok)
Bu metinler, tutkulu ve ilahi tapınma
derecesindeki aşkı ve sevgilinin kurtarıcı rolünü vurgulayan lirik
parçalardır.
• "Işığım, Gülpembe’m!" hitabı,
sevgilinin yazarın karanlık hayatındaki merkezi, aydınlatıcı rolünü gösterir.
Yazar, sevgilisinin kendisinin "Ömrümün tek açılan kapısı"
olacağını düşündüğünü, ancak ona kilitli kaldığını ifade ederek hem tapınmayı
hem de kırgınlığı bir arada sunar.
• Sevgili, yazarın kendisine güven
verdiğini, huzur ve sükûnet bahşettiğini (içindeki karanlık diyarların
ışığı, rehberi) ve bu aşkın yazarın kendini keşfetmesini sağladığını
belirtir.
• Yazar, sevgilisini Tanrı'dan dilenmiş
sonsuz bir kazanç olarak görür ve ona olan sevgisini "sonsuz bir
hayranlık ve bir tapınma" olarak nitelendirir.
4. Karalama (Yolculuk, İsteğim Dünya, Mutlu musun?)
Bu kısa parçalar, yazarın varoluşsal
sorgulamalarını ve tükenmişlik hissini yoğun bir şekilde özetler.
• "Yolculuk" kısmı, hayatı "Beni
yıkan yolculuk" ve "Bıkıp usanmadığım yolculuk" olarak
tanımlayarak, yazarın dönmeyen, bitmeyen bir döngü içinde olduğunu gösterir.
• "İsteğim dünya, Ben dünyalı
değilim. Neyin isteği o zaman bu, Tanrı'da değilim" dizeleri, yazarın dünyaya
ait olmama ve aidiyetsizlik duygusunu ortaya koyar.
• Bu metinler, yazarın hayattaki
anlamsızlık ve yorgunluk hislerini yansıtarak, şiirlerinin arka planındaki
psikolojik durumu destekler niteliktedir: "Yol bitmez, biten insan
olur".
5. Kelebeğim (veya Düşler Birer Gölgedir - Engellenen Gizli
Sevda)
Bu parça, yazarın aşkı için fedakarlık
ve umutlu bekleyiş temalarını işler.
• Yazar, "Kolay değildi ama
zorlana zorlana / Kozama girdim" diyerek, yaşadığı acıların ve
zorlukların aslında kurtuluşa (kelebekleşmeye) hizmet eden bir süreç olduğunu,
bir umut taşıdığını belirtir.
• Kelebeğin yanıp kül olmayı arzulayan
pervaneler gibi, yazar da aşk ateşinde yanmayı, "Canımı alıp, seni
kendime bir kez nasip et" diyerek, mutlak feda ruhunu ifade eder.
Bu seçilen şiirler ve nesir parçaları,
İsmail Hakkı Altuntaş'ın eserlerinin temelini oluşturan ilahi ve dünyevi
aşkın iç içe geçtiği, ıstırapla dolu ama aynı zamanda yücelik arayan ruh
halini en kapsamlı şekilde temsil eder.
Cinsel Arzuların Doruğa Çıktığı Şiiri
İsmail Hakkı Altuntaş'ın eserlerinde
cinsel arzuların ve fiziksel tutkunun doruğa çıktığı anlar, genellikle maddi
ve manevi aşkın birleştiği, kaderin engellerini aşan mistik bir kavuşma
bağlamında işlenir. Bu anlar, sadece fiziksel bir deneyim değil, aynı zamanda ilahi
bir tapınma ve varoluşsal bir kurtuluş olarak tasvir edilir.
Cinsel arzuların doruğa çıktığını en net
ve en açık şekilde ifade eden metin, "İmkânsız Gecemizin Olmaz Bir İkincisi"
başlıklı nesir şiirde yer almaktadır:
"Ve biz beraberiz şimdi...
Sihrin bozulduğu bu yerde, gece bizim
için açtı tatlı siyah rengini
Kaderde kucağını ve çılgınca
seviştik...
Doğan güneşle sen ve ben
sersemliğimizde, neydi bu dediğimizi, sonra hatırlayınca neden seçildi deriz o
geceyi...
Hani gel beraber olalım dediğimiz
günlerin acısını çıkardık...
Olması imkansız zamanda olan mucize
gibi
Bizi istila eden arzuların ateşini
hissettim...öpücüklerimizle örttük kaderin darbelerini…
Bu gecemizin sonsuz aşkımızın hatırası
olsun..."
Diğer Yoğun İfadeler ve Arzular
Bu merkezi metin dışında, yazarın diğer
parçalarında da yoğun fiziksel ve cinsel arzuya işaret eden ifadeler
bulunmaktadır:
1. Yoğun Fiziksel Kavuşma: Bir
başka şiirde, kavuşma anının fiziksel yoğunluğu ve öpüşmelerin şiddeti
vurgulanır:
◦ "Saatlerce
ateşli öpüşlerle dudaklarımızı kanattık / Ve sarmaş dolaş bağlandık".
◦
"Dünya…umurumuzda nasıl olsun ki / Kavuştuk ya ikimiz".
◦ "Aşkımız
içimizde kaynarken… geceler harika / Bitmesin dediğim unutamadığım
gecelerimden biriydi".
◦ Sevgilisinin
sırtının kavsine sarıldığı ilk anı unutamadığını belirtir.
◦ Yazar,
sevgilisiyle "seviştiğimiz anların tekrar tekrar tadını duymak"
isteğini dile getirir.
2. Ruhani ve Cinsel Arzu Bağlantısı:
Yazar, arzuların doruğa çıkmasını yalnızca fiziksel bir olay olarak görmez, bu
durumu ilahi bir fenalaşma (yok olma) hali ile ilişkilendirir:
◦ İnsan
doğuştan hem cinsel hem de ruhi yönüyle sevişmeyi arzular ve bu arzu
"herhangi birbirine değil gerçeğinize ve eşinizle paylaştığımız
güzellikten" kaynaklanır.
◦ Bu aşk, "biri
diğerinin ruhunda ve aklında yeniden doğup yaşamak için, özgürce kendisini
tamamen bırakması ve ‘öldürmesi’dir".
◦ "Ateşli
ateşli sevişmek zamanı…" derken, "Aşkta günah diye bir şey
yok…" diyerek, bu eylemin bir "ibadet, bir dua ve ruhun derin
sessizliği ile birleşeceğini" belirtir.
◦ Bu sevginin, "Tanrı
ile sevişmek gibi" en yüksek ve en güzel bir gayret olduğunu ifade
eder.
◦ Sevgilisine "Tanrı
gibi güzelsin" diyerek, ondaki ilahi yansımaya vurgu yapar.
◦ Düşüncelerinde
sevgilisiyle olduğunu ve "saf ve çırılçıplak" olmasının sorun
olmadığını, elbiselerin bile engel olmamasını arzuladığını belirtir.
3. Ölüm ve Kavuşma Arzusu: Yazar,
cinsel ve duygusal kavuşmanın doruk noktasını, aynı zamanda hayattaki
çaresizlikten kurtulma ve ölüm arzusuyla da birleştirir:
◦ Sevgilisinin "güzel
kollarında can vermek" istediğini, bunun kelimelere sığmadığını ve
dudaklarının onu öpmesi durumunda kalbinin yaralarının iyileşeceğini düşünür.
◦ "Koynunda
şimdi ölsem düz insan olmaktan çıkar mıyım?" diye sorarak, fiziksel
birlikteliği sıradan dünyanın ötesine geçmenin bir yolu olarak görür.
Bu metinler, yazarın aşkı, sadece duygusal
veya platonik değil, fiziksel arzuların zirveye ulaştığı, tutkulu ve
neredeyse ilahi birleşmeye dönüştüğü karmaşık bir deneyim olarak ele
aldığını göstermektedir.
Sevgilisine Kavuştuğunu Hissedebiliyor muyuz?
Sevgilisine kavuşma durumu, fiziksel
gerçeklikte genellikle imkansız, ancak ruhani ve hayali düzlemde sürekli ve
yoğun olarak yaşanan karmaşık bir temadır. Kaynaklara göre, yazar hem derin
bir hasret ve ayrılık acısı çekerken hem de sevgilisiyle sürekli iç içe
olduğunu hisseder.
İşte sevgilisine kavuşup kavuşmadığına
dair kaynaklardaki temel hissiyat ve bulgular:
1. Fiziksel Kavuşmanın Engellenmişliği ve Uzaklık
Yazarın eserlerindeki genel atmosfer,
sevgiliye fiziksel olarak ulaşamama, hasret çekme ve ayrılık acısı
üzerine kuruludur:
• Hasret ve Ayrılık: Yazar, yıllarca
hasretini çektiğini ve sevgiliden ayrı kalacağı günlerin varlığını
hissettikçe hep ölmek istediğini belirtir. Kavuşamaması, kaderin
çizdiği aşılmazlar olarak görülür.
• Yakın Ama Uzak: Sevgilinin 'yanında
değilim, fakat sadakatsizlik etmeyecek kadar' sevdiğini ifade etmesi,
fiziksel bir ayrılığın devam ettiğini gösterir. Kavuşma arzusu o kadar
yüksektir ki, "uzaklarda kalma" diye yalvarır.
• Ulaşamama Çaresizliği: Derviş
hikâyesinde, sevgiliyi bulmak için çöle gitmesine rağmen vadiyi bir türlü
bulamaz ve bayılır. Başka bir hikâyede derviş, sevgilinin sarayına
yaklaştığında dahi, saraya giremediğini, kapıda hırlayan bir köpek
olduğunu görerek "hem yakın hem uzak" olmanın acısını yaşar.
• Fiziksel İmkansızlık Vurgusu:
Yazar, sevgilisine dokunmadığı, öpüşmediği ve sarılmadığı için "onlar
hakkında çok söz söyleyemediğini" itiraf eder. Gözlerine teşekkür eder
çünkü sevgiliye tek bağının gözleri olduğunu söyler.
2. Hayali, Ruhi ve Mistik Düzlemde Kavuşma
Fiziksel engellere rağmen, yazar,
sevgilisiyle sürekli bir ruhani birlik ve coşkun bir hayali beraberlik
yaşadığını net bir şekilde hissetmektedir:
• Rüya ve Hayal İçindeki Birliktelik:
Yazar, hayal şehrinin hiç uyumadığını ve rüya âleminin kendisini
ölümsüzlüğe kavuşturan bir yer olduğunu söyler. Gözünü kapattığında sürekli
hayalini gördüğünü, hatta rüyalarındaki kavuşma anlarını "sanki hiç
ben kalmamış gibi" hissederek veya "binlerce yıl geçmişte
kavuşmuş gibi" olarak tasvir eder.
• İçsel Teklik (Bir Olma): Aşk,
yazarın varlığını sevgilide kaybetmesine yol açmıştır; bu durum, yazarın şerbetin
içindeki şeker gibi ayrılamamasına neden olur. "Aşkımız daimse biz
bir varlığız" demesi, ruhsal bir bütünlüğün varlığını gösterir.
Sevgilisi, yazarın "Nefesim yüreğim kalbim en kıymetlim tek
gerçeğimsin" dediği, varlığının temelidir.
• Düşüncede Sürekli Beraberlik:
Yazar, "Sen benimle değilken bile benimlesin" der ve "şu
an bile yanımda olduğunu hissediyorum" duygusunu taşır. Sevgilisini
düşündüğünde "nefesini tenimde, öpüşünü dudaklarımı sızlatışını
hissedebildiğini" belirtir.
• Fizik-üstü Kavuşma (Ruhi Birleşme):
Fiziksel birleşmenin imkansız olduğu anlarda, yazar beş duyu ile (işitme,
hissetme, görme, tatma ve koklama) ruhi birleşmeyi başardıklarını düşünür.
Bu, "yaratanla bir hale gelmeyi bulmanın en kısa yoludur" ve "ilahi
boyuta götüren bir yol" dur.
3. Kavuşma Anlarının Nadir Gerçekleşmesi
Kaynaklar, zorlu ve nadir de olsa,
fiziksel kavuşma anlarının yaşanmış olabileceğine dair güçlü hisler ve ipuçları
sunar:
• Anıların Tazeliği: Yazar,
sevgilisiyle "kucaklaşmalarımızın tadını, kokusunu, bakışını
öpücüğündeki şefkati unutabilir miyim?" diye sorar. Anıların, "hala
anılarımız taptaze" olduğu bir "gizliden gizli tuttuğumuz
mabedimiz" olduğunu belirtir.
• Geçmişte Yaşanan Kısa Anlar:
Yazar, "Epeyden beri beraber geçirdiğimiz kısa anlar yetmese de...
olsun diye kanaat ediyorum" diyerek fiziksel birlikteliğin kısa süreli
de olsa var olduğunu ima eder. Hatta bu anları "uzun bir ömür
yerine" saydığını söyler.
• Unutulmaz İlkler: Yazar, kapıyı
açtığında sevgilinin "teninin enfes kokusunun burun deliklerimden
içeriye dalışını" ve o an saniyelerle kaybettiği yılları gördüğünü
anlatır. Bir başka metin, "Sana dokunmayı, sarılmayı, kokunu nasıl
özlemişim. Binlerce yıl geçmişte kavuşmuş gibi oldum" ifadesiyle bu
fiziksel deneyimlerin güçlü hatıralarını vurgular.
Sevgiliye kavuşma hissi, yazarın
eserlerinde sürekli ve mevcuttur, ancak bu kavuşma çoğunlukla hayal,
rüya, içsel birlik ve mistik teklik düzleminde gerçekleşmektedir. Fiziksel
gerçeklikte ise yazar, ayrılık, hasret ve bu durumun getirdiği çaresizlikle
boğuşmaktadır. Bu iki durum arasındaki gerilim, yazarın eserlerinin temel
duygusal dinamiğini oluşturur.
Aşk Acısını Çeken Biri Olduğuna Göre Ölüm Ve Kader Ona Nasıl
Bir Çözüm Sunuyor?
Aşk acısı çeken ve sevgilisine kavuşma
yolunda büyük engellerle karşılaşan yazar/âşık için, ölüm ve kader
kavramları, hem derin bir çaresizliğin kaynağını hem de bu acıdan kurtuluşun
nihai yollarını temsil eden merkezi çözüm mekanizmaları sunar.
1. Ölümün Sunduğu Çözüm: Nihai Vuslat ve Kurtuluş
Ölüm, yazarın çektiği ayrılık ve
kavuşamama ıstırabına karşı sunulan tek kesin ve kaçınılmaz son ve çoğu
zaman en büyük teselli olarak görülür.
a. Sonsuz Ayrılığın Sonu
Yazar, hasretin ve çaresizliğin bedenini
yıprattığını sıkça ifade eder. Ölüm, bu dünyadaki acıdan ve sevgiliden ayrı
kalma zorunluluğundan kurtulmanın tek yoludur:
• Yaşamaktan Bıkkınlık: Yazar,
hayatının keder ve hüzün arasında geçtiğini, dileklerinin kader tarafından
engellendiğini belirtir. Bu durum karşısında, bedenden kurtulmanın bütün
sorunları çözecek doğru cevap olduğunu düşünür.
• İntihar Eğilimi ve Vuslat:
Çekilen acılar dayanılmaz hale geldiğinde, yazar "Üzüleceğini bilmesem
inan kendime kıyıverirdim" diyerek, ölümü bir kurtuluş olarak görme
eğilimindedir. Kavuşmanın gerçekleşmemesi durumunda tek çare yine ölümdür: "Ölümü
olan hayatın neyine bağlıyız ki?".
• Sevgilinin Kollarında Ölme Arzusu:
En büyük arzu, sevgilinin kollarında can vermektir. Yazar, "Güzel
kollarında can vermek..." diye düşünürken, bunun kelimelere
sığmadığını ifade eder. Hatta sevdiğine "Şefkatli ve rahmet kucağında
bu canımı bizzat senin almanı istiyorum" diye yakarır.
• Aşk Uğruna Ölümün Yüceliği: Büyük
aşk hikayelerinin çoğunun son derece acıklı ve ölümle sonuçlandığını ve
bunun "aşk için ölmek" sözünü ispat ettiğini belirtir. Yazar, "Koynunda
şimdi ölsem düz insan olmaktan çıkar mıyım?" diye sorarak, ölümün
kendisini sıradan insan olmaktan çıkarıp aşkın yüce mertebesine taşıyacağına
inanır.
b. Kutsal İntihar ve Ruhun Ölümü
Mistik anlamda ölüm, ruhun dünyevi
bağlardan kurtuluşu ve hakikate ulaşması için bir çözümdür:
• "Ölmeden Önce Öl" Prensibi:
Yazar, "ölmeden önce ölün" denilen "kutsal
intiharın" ya da "kutsal ölümün" hayatlarımızı
süslemesi gerektiğini söyler. Bu, ruhumuzun acılarını dindirmek için
içimizdeki geçmişe dur demek ve çürümüş bedenden önce ruhun ölmesini
sağlamaktır.
• Kurtuluş Olarak Algılanan Işık:
İnsanların intihar etmelerinin asıl nedeni, buldukları o ani ışığı
**"kurtuluş zannettikleri hayaller içerisinde umutlarına doğru
gitmeleri"**dir. Bu, ölümün çözümsüzlüğe düşmüş kalbe bir çözüm olarak
görünmesidir.
2. Kaderin Sunduğu Çözüm: Teslimiyet ve Dönüşüm
Kader, öncelikle yazarın aşk acısının kaynağı
ve aşılmaz engellerin sebebi olarak görülse de, aynı zamanda bu durumun
kabulü ve aşkın yüceliği üzerinden bir çözüm sunar:
a. Kaderin Mutlak Hakimiyeti ve Çaresizlik
Yazar, kaderin bir döngü olduğunu ve onun
değiştirilemez bir kanun olduğunu kabul eder, bu da acının çözümünün dışarıda
değil, içeride aranmasını gerektirir:
• Kaderin Tekrarı ve Çemberi:
Yazar, "Aynı bilinmeyen kaderi defalarca yaşadım" diyerek
kaderin bir döngü olduğunu vurgular. Kaderin bu "durmadan dönen
çemberini" kırmanın tek yolu ya ölmektir ya da "ölümü
öldürmek".
• İsyandan Teslimiyete: Yazar,
kadere karşı isyan ederken, nihayetinde onun "Kurulmuş saatin içine
nasıl bir toz gibi olabilirim" diyerek çaresizliğini ve teslimiyetini
kabul eder. "Bunun [ayrılığın] böyle olmasını istiyorsa; ne
yapalım" demesi, zorlu kabul edişi gösterir.
• Aşkın Kaderi Değiştirmesi: Yazar,
"Eğer kaderi değiştirebilseydim ve ölüme meydan okuyabilseydim seni bir
daha bırakmamacasına önceki ve sonraki hayatları değiştirirdim"
diyerek, aşkın gücünün, eğer mümkün olsaydı, kaderin acılarını bile
silebileceğini ima eder.
b. Kaderin Çizdiği Sınırları Aşma
Kaderin getirdiği ayrılık acısı, âşığın
manevi olarak yücelmesi için bir araç haline gelir:
• Aşkın Kaderi Gülistan Kılması:
Yazar, yaşadığı zorlu durumun "zorlu bir belâya" düşmek
olduğunu, ancak bu durumun sevgili için olunca "gülistan"
olduğunu belirtir. Bu, acının kabul yoluyla manevi bir zevke dönüştürülmesidir.
• Yanılsama Olarak Ayrılık: Yazar,
kaderin kendisini sevgiliden ayrı bir boyutta yaşatmaya mahkûm ettiğini düşünse
de, bunun bir "yanılsama" olduğunu, çünkü "sen ve
benin, biz olduğumuzu biliyorum" inancıyla bu ayrılığı geçersiz kılar.
• Kulluk Bilinci ve Kader: Kaderin
sunduğu çözümsüzlük, yazarın haddini bilmesini ve Tanrı karşısındaki acizliğini
(kulluğunu) fark etmesini sağlar. Kader, âşığın kendi benliğinden vazgeçip
(yokluğa bürünüp) tamamen sevgiliye teslim olmasını şart koşar: "En
doğrusu seni anlamak için kendimden vazgeçmem gerekti ve bu konuda sana teslim
oldum".
Vuslat/Kavuşma Olma Umudu Yoksa Bu Aşkta Israrın Bir Manası
Var mı?
Bu derin ve felsefi sorgulama, yazarın
eserlerinin temelini oluşturan, ilahi ve mistik aşkın doğası ile kaderin
getirdiği çaresizliğin kesiştiği noktadır. Kaynaklara göre, İsmail Hakkı
Altuntaş için vuslat (kavuşma) umudu olmasa bile bu aşkta ısrar etmenin derin
bir manası ve hatta bu aşkın asıl gerekliliği vardır.
Yazarın aşkta ısrar etmesinin ardındaki
temel manalar şunlardır:
1. Aşkın Vuslattan Bağımsız Tanımı: Yaşamın ve Kendiliğin
Kaynağı
Yazar, aşkı fiziksel bir kavuşma şartına
bağlamaz; aksine, acının ve hasretin aşkın kendisinin özü olduğunu
savunur. Eğer aşk kolayca nihayet bulsaydı, yüceliğini kaybederdi.
• Aşk Yaşanmalıdır: Aşkın, kavuşmaya
pek bakmaması gerektiği ve acıta acıta, damla damla sızılarla
yaşanması gerektiği belirtilir.
• Aşk Ebedidir: Aşk, "bu
gölgeler aleminin batmayan nuru" ve **"hayal ve karanlıklar
dünyasının fena bulmayan ruhu"**dur. Aşk ebedi olduğu için, dünyadaki
geçici imkansızlıklar onun varlığını anlamsızlaştırmaz.
• Teslimiyet ve Varoluşsal Merkez:
Sevgili, yazarın karanlık dünyasına güneş gibi doğmuş ve onu hayata
bağlayan tek kordon olmuştur. Yazar, sevgilisini anlamak için kendinden
vazgeçmesi gerektiğini ve ona teslim olduğunu belirtir. Bu aşk,
yazara "Tanrıyla birleşmeye kadar" giden bir yol sunar.
• Kavuşmanın Sonunun Olumsuzlanması:
Kaynaklar, insanın kavuştuğu şeyden usanır yaratıldığını ve "Ümitsiz
aşkın eni sonu belli" olsa da, kavuşmanın kendisinin bir pişmanlık
olabileceğini ima eder: "Kavuşmak mı.. olur bir pişmanlık". Bu
durum, ısrarın fiziksel vuslatta değil, manevi arayışta olması gerektiğini
gösterir.
2. Kader Karşısında Israr: Sabır ve Mücadele
Ayrılık, kaderin bir oyunu ve âşığın
imanının testidir. Israr, bu kaderin zorunlu kıldığı acıya karşı duruş ve
teslimiyetin ta kendisidir.
• Tek Çare Bağlanmak: Yazar, uzak
bekleyişlerin tek çaresinin "zamana inat sevdaya bağlanmak"
olduğunu ve "terk etmemek" ve "bağı koparmamak"
ilkesinin doğru olduğunu vurgular.
• Aşk Acıyı Arttırsa da Devam Etmeli:
Yazar, kaderin hayalden öte imkansızlıklara çekse de, sevgisine mani
olamadığını ve hatta bu halin aşkını arttırdığını belirtir. Bu
nedenle "Anlamsızlıklar, anlamlar, yıllar, aylar yarım yarım kalsa
devam etmeli".
• Aşkın Zaruri Çilesi: Aşk yoluna
düşen kişinin başına fitne ve belalar gelmesi gerekir. Bu çile, manevi
yükselişin bir gereğidir ve acı, **"bütün hakikat"**tir. "Zahmet
ve figan içine düşüyorsun". Israr, bu yoldaki zorunlu bir eylemdir.
3. Ruhani Birlik ve Hayaldeki Vuslatın Gerçekliği
Fiziksel kavuşma imkansız olsa bile, yazar
ruhen sevgilisiyle bir ve bütün olduğunu hissettiği için ısrarının
manası vardır. Ayrılık, sadece bir yanılsamadır.
• Ruhların Birliği: Sevgi çok güçlü
olduğunda tek bir varlık haline getirir. Yazar, "Ben ise
varlığımı sende kaybettiğimden, şerbetin içindeki şeker gibi ayrılamam ki"
der. "Sen ve ben ayrıyız. Sevinenler sevinsin. Sanki hoş olmuş
gibi" ifadeleri, fiziksel ayrılığın önemini azaltır.
• Hayalin Gücü: Yazar, "düş
diyarlarda seninle beraberim" ve "Gözlerimi kapattığımda
sesini duyuyorum ve sonsuza dek bulmuşum der gibi, kendimden geçip hayalini
kuruyorum". "Düşüncelerimle seni içimde bulduğumdan",
fiziksel yakınlığa gerek kalmaz.
• Gizli Kavuşma: Yazarın kavuşma
hissi, fiziksel eylemin ötesinde, içsel bir duyumdur: "Nefesini
tenimde, öpüşünü dudaklarımı sızlatışını hissedebiliyorsam". Hatta
ruhların birleşimiyle, "biz beraberiz şimdi" diyerek imkansız
zamanda gerçekleşen mucizevî birliktelikler yaşadıklarını ifade ederler.
4. Israrın Nihai Hedefi: Ölümde Kurtuluş
Vuslat umudu dünyada yoksa, ısrarın
manası, ölümü aşka bir çözüm olarak görme ve bu şekilde nihai birleşmeye
ulaşma arzusunda yatar.
• Ölümle Kavuşma: Yazar, "Kalbime
teselli olarak ölürsen belki buluşursun" der. Aşk, "sonsuzluk
ve bitmeyen bir yol" olarak görülür.
• Ölümü Öldürmek: Gerçek ısrar,
ölüme bile meydan okumayı gerektirir. Yazar, "Ya öleceksin, Ya da ölümü
öldüreceksin!" diyerek, aşkın varoluşun ötesindeki hakikati olduğunu
gösterir.
• Vazgeçmeme Erdemi: Yolculukta
vazgeçmek aptallıktır. Aşk yolunda sevdadan dönmemek, "kutsal
ölüm" veya "kutsal intihar" olarak adlandırılan ruhun
geçmişten kopuşunu gerçekleştirmektir.
Yazarın aşkta ısrarı, sevgilinin
varlığının kendisi "tek gerçeğim" olması ve kavuşmanın
imkansızlığının, aşkın mistik derinliğini ve gücünü artırması nedeniyledir.
Fiziksel vuslat olmasa bile, ruhani birliktelik ve hasretle yanma hali, bu
aşkın manasını oluşturur.
Onun şiirlerinden iktibas yaparak uzunca
bir şiir yazsaydın bir örnek yazabilir misin?
EY TEK GERÇEĞİM, SANA VAZGEÇİŞİM
Ben bir avuç topraktım, şimdi gönül mekânı
oldum.
Çirkinim diye kimseler övünmez,
Ama senin yanında çirkinim demekten zevk
veriyor.
Değersizlik alnımda yazılı gibi asılmıştı
bir zamanlar,
Sen beni değersiz bulmadın ve aldın ve
dahası değerli de kıldın, minnettarım.
Kendimi bile unutturdun, ar elbisemi
soydun, şişeni kırmış sarhoş gibiyim, neredeyim.
Şimdi ben sızmışım yıllar yılı uyuyan
mağara sahipleri gibi.
Aynı bilinmeyen kaderi defalarca yaşadım,
Bu neden tekrar oluyor?
Ey kader, eğer darbe vuracaksan, vurma.
Aşk akıl işi değil de, içim içim acı
kandır.
Aşkın sarstığı, hasta ettiği ve takatsiz
bıraktığı kimseye günah sorulur mu?
Aşkınla öyle geçmişim ki kendimden, senden
başkasını görmüyor gözüm.
Her gün ölüyorum. Yaşamak bana zor
geliyor, bağrımı sızlatıyor.
Ayrılıktan bıktım. Benim gündüzümde
geceden farkı kalmadı ki, inliyorum.
Gönül yanıp dururken, gözden akar çeşme
gibi gözyaşı.
Dökmez miyim, gözyaşını böylesine taze
toprağa?
Sana tapmaktan başka bir şey bırakmadın
bana sevdam.
Nefesim yüreğim kalbim en kıymetlim tek
gerçeğimsin.
Ey gün yüzlü melek!
Güneşe benzeyen yüzün canıma nur, içimin
derdine ilaç.
Sen çöl kalan gönlümün saklı cansuyu…
Çaresizliklerimin ilacı. İçimde huzur
namına çiçekler açtıran yine senden başkası değil.
Gönlümce ölümsüz aşkla seviyorsam seni,
benim tanrım olabilirsin… sadece.
Şimdi sana tanrım diye tapıyorum.
Yıllarca hasretini çek, kaderin dönülmez
yollarında istemsiz kal.
Bitmek bilmeyen bir hüzünle, içim ve dışıma
aşkın yüzünden ne dertler yanıyor.
Kalbim ağlıyor, ellerim, ayaklarım,
gözlerim de.
Senin şu an bir acı ile ellerin sıkıntıda
ise ben de sızlansam sorun olmayacak demektir.
Aşkım, gel… bu ateşi söndür, yoksa yetmez
sular söndürmeye.
Aramıza giren duvarlara aldırmıyorum.
Düş diyarlarda seninle beraberim.
Bizi hayal ediyorum, ikimiz güneşin
altında uzanmış dururken… sessizliği dinlemek.
Üzüleceğini bilmesem inan kendime
kıyıverirdim.
Sana diyorum ki… bu canımız bedenden
ayrılacak.
Gel istersen bu fırsatı Azrail’e bırakma.
Ruhumu al, şimdiden seninim diyeyim.
Güzel kollarında can vermek… düşünüyorum
da kelimeler yetmiyor.
Koynunda şimdi ölsem düz insan olmaktan
çıkar mıyım?
Kalbime teselli olarak ölürsen belki
buluşursun.
Yine de inanıyorum ki, sen de derdin:
“Ben
zalim değilim / Kurallar koydum bağlar attım.”.
Ama bu imkânsız gecemizin olmaz bir
ikincisi.
Yine de ben varlığımı sende
kaybettiğimden, şerbetin içindeki şeker gibi ayrılamam ki.
Sana hasret ile gidebilir miyim?
Sonsuzum...
Nefesim...
Kalbim ve ruhum sonsuza kadar başım omzunda
seni dinlerim.
Şimdi ben seni yaşadığımdan, ölmüşüm
kalmışım fark eder mi?
Olsun, seni sevmek var ya bitmeyecek
aşkımız.
Hayat bizi çok yordu, sen gül suyunu dök.
"Seni daima seveceğim... Sonsuzluk
ne ifade ediyorsa öylesine...".
Sonsöz Olarak
İsmail Hakkı Altuntaş'ın eserlerindeki
yoğun duygusal ve felsefi yapıyı son söz olarak bağlamak gerekirse, bu büyük
aşk hikayesi, varoluşsal bir çaresizlikten doğan, kaderi aşan mistik bir
teslimiyet ve nihai kurtuluş arayışının destanıdır.
Bu aşkın manası ve yazarın ısrarının temel
nedeni, fiziksel kavuşmanın (vuslat) imkansız olduğu bir dünyada, aşkın
kendisinin biricik hakikat ve en yüce ibadet olarak kabul edilmesidir.
1. Aşkın Ebedi ve Mistik Doğası
Yazarın aşkı, geçici bir duygu değil,
varoluşun ta kendisi ve her türlü dünyevi kaygının ötesindedir.
• Aşk, yazarın ruhunu uyandıran, zevk
veren ve kendini keşfetmesini sağlayan yegâne güçtür. Sevgili,
yazarın "gönül sayfam", "canımın içi" ve hatta "ezel
ebed tanrım" olarak nitelendirilir. Bu tapınma derecesindeki sevgi,
Mantık-u't Tayr'daki pervane misali, sevdiğini avlayana kadar taklit
etme ve pişsin diye aşk ateşinde yanma arzusunu içerir.
• Yazar, aşkı "ilahi"
olarak görmekte ve "Tanrı ile sevişmek gibi" en yüksek ve en
güzel gayret olarak kabul etmektedir. Bu nedenle, bu sevgi Tanrı'dan
dilenmiş bir sonsuz kazançtır.
• Vuslatın İptali: Fiziksel
ayrılık, ruhsal birliğin kanıtıdır. Yazar, "biz bir varlığız"
bilinciyle, fiziksel mesafenin bir yanılsama olduğunu idrak eder. Kavuşma
gerçekleşseydi, insan doğası gereği usanabilirdi; oysa kavuşamamak, aşkın "sonsuz
bir hayranlık ve bir tapınma" olarak kalmasını sağlar.
2. Kaderin Çözümsüzlüğü ve Teslimiyet
Aşkın önündeki en büyük engel olan kader,
aynı zamanda yazarın teslimiyetini test eden nihai otoritedir.
• Yazar, "aynı bilinmeyen kaderi
defalarca yaşadığını" ve bunun bir döngü olduğunu görerek, isyan etmek
yerine "kaderin planı değişmese de olacak olan buydu" diyerek
teslimiyeti seçer.
• Çözüm, benliği yok etmekten
(kendinden vazgeçmek) geçer. Yazar, "Kurulmuş saatin içine nasıl bir
toz gibi olabilirim" diye düşünerek, evrenin düzenine müdahale
edemeyeceğini kabul eder. Bu çaresizlik, ona "sabırdan başka"
bir şey istememeyi öğretir.
• Bu teslimiyet, "yükseklerdeki"
kibirli insanların aksine, yazarın kulluk bilincini güçlendirir. Tabib
Hakkı hikayesinde de görüldüğü gibi, yazarın yolu Melami meşrebe uyar ve
"çirkin yüzünü" göstererek nefisten arınmayı hedefler.
3. Ölümün Yüceliği: Nihai ve Tek Çare
Aşk acısı, ancak ölümle son bulacak bir
çile olduğu için, ölüm bu döngüden çıkışın tek anlamlı çözümüdür.
• Vuslatın Son Durağı: Dünyada "karlı
yol erimeden" bu yorgun hayatın bitmesi arzu edilir. Kavuşamama
durumunun kesinliği, yazarın sürekli "ölmek istiyorum"
demesine yol açar; bu, hasretin ve acının verdiği zorunlu bir çözümdür.
• Ölümde Şeref: Ölüm, yazarın
"düz insan olmaktan çıkma" ve sevgilinin "güzel kollarında
can verme" arzusunun gerçekleştiği yerdir. Bu, "kutsal
intihar" felsefesiyle, ruhun dünyevi acılardan arınmasıdır.
• Israrın Amacı: Yazar, "sonsuza
dek ben seninim" diyerek, bu dünyadaki acılara dayanmasının ve aşkta
ısrarının, ebedi hayatında sevgilisiyle beraber olmak ve Tanrı'ya
kavuşmak olduğu sonucuna varır.
Sonuç olarak, İsmail Hakkı Altuntaş'ın bu
derin aşk ve ıstırap anlatısı, aşkın çilesi çekilmeden elde edilemeyecek
yüce bir mertebe olduğu fikrinde birleşir. Yazar, umutsuz bir dünyada
yaşadığını bilse de, "ne olursa olsun, sonsuza dek ben seninim"
diyerek, aşkını en son nefesine kadar sürdürmeyi, nihai huzur ve vuslatı ise dünyevi
hayatın sonuna bırakmayı kabul etmiştir.
Yazarın eserlerindeki derin ve
çetrefilli ruh hâlini ve aşkının mistik boyutlarını incelediğimizde;
aşkı, ayrılık, hasret ve çaresizlik üzerine kurulu bir deneyim olmasına
rağmen, aynı zamanda varoluşunun tek gerçekliği ve ilahi bir tapınma
olarak yüceltilmiştir.
Nihai sonuç olarak, Altuntaş'ın
eserlerinde kavuşma (vuslat) umudunun olmaması, bu aşkta ısrar etmenin manasını
ortadan kaldırmaz; tam tersine, acı çekmenin ve teslimiyetin onu mutlak
varlığa ve ruhani bir birliğe götüren yegâne yol olduğunu gösterir.
Kaderin çizdiği imkânsızlık, aşkını sıradanlaştıran değil, bilakis onu kutsallaştıran
bir unsurdur.
Bu aşk, ancak ölümde veya kutsal
intihar olarak adlandırılan ruhun eski benlikten vazgeçişinde nihai huzura
ve sevgiliyle birleşmeye ulaşır.
Yorumlar
Yorum Gönder